Menopoz

Menopoz

Adetin temelli olarak kesilmesi diye tanımlanabilen menopoz, kadın ömrünün yaklaşık son 1/3’nün geçtiği uzun bir zaman dilimidir.
 
Dünyada veTürkiye’de ortalama ömrün uzaması ile menopozda geçecek olan yıllar da artmıştır. Yaklaşık kadınlarımız hayatlarının ortalama 25 yılını menopozda iken geçirmektedirler. Dolayısı ile menopozun kadın ve genelde toplum sağlığı üzerindeki önemi çok büyüktür.
 
Yumurtalıklardan salgılanan kadınlık hormonu (östrojen)’in tükenmesi ile başlayan menopoz ve sonraki yıllarda hastalar önce ateş basması, terleme, uykusuzluk ve sinirlilik gibi sorunlar yaşarlar. Bu sorunlar kişiyi çok rahatsız edebilir ama genel sağlık açısından çok önemli bir soruna yol açmazlar. Aynı zamanda bu şikayetler genelde yıllar içinde azalır. Menopozun ileri yıllarda da kemik erimesine yol açtığı, kalp ve damar hastalıkları sıklığının artması sonuçlarını doğurduğu anlaşılmıştır. Östrojen genelde kemiklerin erimesine engel olan ve aynı zamanda kandaki iyi kolesterolü arttıran, kötü kolesterolü düşüren ve bu şekilde kalp ve damar hastalıkları açısından koruyucu özelliği olan bir hormondur.
 
Bu yüzdendir ki kadınlar östrojenli yaşadıkları yıllarda kalp ve damar hastalıklarına erkeklerden çok daha az sayıda yakalanırlar. Fakat menopoz sonrası yıllarda östrojenin eksilmesi ile birlikte kadınların kalp ve damar hastalıkları sıklığının da aynı yaştaki erkeklere
benzer sayılara ulaştığını bilmekteyiz.
 
1970’li yıllardan itibaren kadın menopozunun eskiden östrojen hormonu vererek tedavi edilmesi gibi yeni bir tedavi başlatıldı. Bu yöntemde rahmi alınmış kadınlar sadece östrojen, rahmi alınmamış kadınlar da östrojen + yumurtlama hormonu dediğimiz progesteron almaktadırlar. Bu tedavilerin kemik erimesini engellediği, kalp ve damar hastalıklarını önleyebildiği, ateş basma, ter, uykusuzluk gibi şikayetleri hemen tamamen ortadan kaldırdığı ilk çalışmalarda görülmüş ve tedavi çok popüler bir şekilde onlarca milyon kadına uygulanmış ve uygulanmaktadır.
 
Son yıllarda ise östrojenin meme kanseri sıklığını arttırabildiği, kalp ve damar hastalıkları yönünden o kadar da koruyucu olmadığı gibi yeni çalışmalar yayınlandı. Bu çalışmalar, sonuçlarının tam tersi çıkan tıbbi çalışmalar tarafından bastırılmış ve bu yüzden genelde jinekologlar hormon tedavisini yaygın bir şekilde kullanmış ve kullanmaktadırlar.
 
Bu sorunlara bir çözüm olmak için Amerika’da 1995’de HERS 1 ve HERS 2 çalışmaları yapılmıştır. Bu çalışmaların sonuçları 3 Temmuz’da saygın bir Amerikan dergisi olan JAMA’da yayınlanmıştır. Bu bulgular şimdiye kadar düşünülenin aksine sonuçlar ortaya koymuştur. HERS çalışmasında daha önce kalp krizi geçirmiş hastaların hormon tedavisinde bacakta ve akciğerde ilk yıllarda pıhtılaşma riskini arttırdığı ve buna bağlı rahatsızlıklar doğurduğu bulunmuştur. Kalp ve damar hastalıkları açısından da özellikle bir faydası veya zararı olmadığı görülmüştür.
 
Yine aynı yıllarda başlayan WHI çalışması daha kapsamlıdır. 16.000 kadının katıldığı bu çalışmada 50 ve 79 yılları arasındaki kadınlarda 5 yıl hormon çalışması yapılmış ve sonuçları irdelenmiştir.
Bu çalışma ile yapılan ilk değerlendirme Mart 2002 yılında olmuş ve bu değerlendirmede meme kanserinin anlamlı bir şekilde arttığı, kalp krizi geçirme riskinin, beyin kanamasının, bacak ve akciğer pıhtılaşma olaylarının arttığı görülmüş ve bu artışlar ilacın olası faydasını gölgeleyebileceği için bu çalışmaya son verilmesi ve hastalara hormon tedavisi uygulanmaması gibi bir izlenim ortaya çıkmıştır.
 
Bu çalışmada meme kanseri riskinin 1000’de 3’ten 1000’de 4’e, kalp krizi riskinin yine 1000’de 3’ten 1000’de 4’e çıktığı, beyin kanaması riskinin 1000’de 1 arttığı, bacak va akciğer pıhtılaşması ihtimalinin 1000’de 2 görüldüğü, buna karşılık kalın bağırsak kanserinin % 40 ve kalça kırığı ihtimalinin de % 35 azaldığı sonuçlarına varılmıştır.
 
Bu bulguların medyaya yansıması hastalar arasında haklı bir paniğe yol açmıştır. Bu çalışmanın yakından değerlendirmesinde rahimleri alındığı için sadece östrojen kullanan grupta bir değişim izlenmemiştir. Bu grubun, tedaviye devam edebileceği ön görülmüştür. Ayrıca meme kanseri riski artmakla birlikte kalın bağırsak kanseri riski de azaldığı için toplam kansere yakalanma ihtimalinde bir değişiklik izlenmemiştir. Bacak- akciğer pıhtılışması, kalp krizi ve beyin kanamasındaki artışların ise yine de bu tedaviyi kesmek için yeterli nedenler olabileceği görüşü hakim olmuştur. Ne var ki bu hormon alan ve almayan grupların ölüm oranlarında bir değişiklik izlenmemiştir. Bu bulguların ışığında bizim hormon tedavisi ile ilgili görüşlerimizi şöyle özetleyebiliriz.
 
1- Hormon tedavisi mümkünse sadece östrojen verilerek uygulanabilir.
2- Uzun dönem östrojen + progesteron tedavilerinde olası meme kanseri, kalp ve pıhtılaşma olaylarından dolayı tedavinin hastanın kişisel risk faktörleri de gözönüne alınarak gerekirse kesilip, başka alternatif tedavilerle kemik erimesi ve kalp hastalıklarının önlenmesi daha uygundur.
3- Hormon tedavisinin özellikle kalp ve pıhtılaşma olayları ile ilgili ilk yıllarda riski arttırdığı ve dolayısı ile 3-4 yıldır bu ilaçları kullananların bu riskli dönemi geçirdikleri için ilacın faydasının zararından çok olduğu hekim tarafından karar verilirse ilaca devam etmesi mümkündür.
4- Meme kanseri hormon alsın veya almasın kadınlarda rastlanılan bir numaralı kanserdir. Memelerin mutlaka ayda bir elle muayenesi ve 50 yaş üstünde de mammografi ile takibi mutlaka gereklidir.
5- Hormon tedavisi kullanmakta olan hastaların hekimine başvurup, tedaviye devam edip etmemeleri konusunda görüşmeleri mutlaka gerekli olmuştur.
 
Biz Jinemed olarak hormon kullanmakta olan hastalarımızın acilen paniklenmesine sebep olacak kadar yüksek risklerle karşı karşıya olmadıklarını ama bu yeni bulguların ışığında mutlaka hormon tedavilerine devam edip etmemeleri konusunda bizlere başvurmalarını gerekli görüyoruz.